Dinçer'in Bloğu

Blok derken; basketboldaki bloktan bahsediyorum, yazım yanlışı yok.. (Bkz. Sayfanın sağındaki resimde 7 numaraya yaptığım blok) Ama hazır blok olayına girmişken bir de blog olayına girsem fena olur mu? Bence olmaz. Hadi buyrun...

Cuma, Temmuz 03, 2009

BolBasket

www.bolbasket.net


Bol bol basketbol.. Haberler, yorumlar, resimler..

Kişisel basketbol blog'um :)

Göz atmaya değer..


www.bolbasket.net

Pazartesi, Ekim 29, 2007

Babamın blog'u var!

Cümle içinde kullanmak maksatlı değil, gerçekten var :)

http://necmimola.blogcu.com/

Bu adresten babamın yazılarını (denemeler, şiirler, vs.) takip edebilirsiniz..

Pazartesi, Eylül 25, 2006

Intertech-CocaCola (Buzzer Beater)


Şirketler Basketbol Ligi 2006'da Intertech ile son şampiyon CocaCola arasında oynanan maçın son 25 saniyesine 9-9 berabere giriliyor...

Cumartesi, Ocak 28, 2006

Şansal kanser oldu...

Uzun zamandır yazmadığım bloğuma böyle kötü ve üzücü bir haberle dönüş yapmak istemezdim ama yapacak bir şey yok maalesef.. 2004'ün Aralık ayından beri evimizde bulunan, önceleri tek başına takılan; sonraları yanına yalnız kalmaması için Rencideyi, onunla anlaşamayınca da Okşan'ı aldığımız Şansalımızın kanadında ur varmış.
Uzun zamandır kanadındaki garipliği faketmiştim ama geçer diye herhangi bir aksiyonda bulunmamıştım. Ama kaşıya kaşıya kanattığını görünce annemden veterinere götürmesini rica ettim. Veterinerin dediğine göre, kanadındaki garipliğin nedeni urmuş ve iyileşme şansı çok çok azmış. Ötenazi yapabileceğini de söylemiş hekim ama böyle bir şey istemedik. Antibiyotik/vitamin kullanarak en azından son günlerini mutlu geçirmesini sağlayacağız ve belki de bir mucize bekleyeceğiz.
Bu arada son günlerde Okşan'ın Şansal'ın sakat kanadının sorunlu kısmına ayağıyla, gagasıyla vs. bastırdığını gözlemlemiştim. Acaba neden böyle yapıyor diye merak ederken veteriner buna da cevap vermiş. Doğadaki seleksiyon güçlünün güçsüzü ezmesi gibi bir sonuç doğurduğundan Şansal'ın 'güçsüz' pozisyona geldiğini gören Okşan 'güçlü' pozisyonunun gereğini yerine getiriyordu. Bu da benim kuşların kafesini ayırma kararımın doğru bir karar olduğunu ortaya çıkarıyordu.

Çarşamba, Eylül 21, 2005

Bu Yazının Altına İmzamı Atarım!

Aşağıdaki yazı Turkbasket sitesi yazarı Levent Yücelman tarafından yazılmıştır. (Orijinali için tıklayınız.) Altına imzamı atabileceğim, benim düşüncelerimi dile getiren bir yazı olduğu için buraya aynen almak istedim. Çünkü eğer ben yazarsam çok daha sert konuşabilir ve Allah muhafaza başımın derde girmesine yol açabilirdim. EuroBasket 2005'teki 12 Dev Adam(!)ın maçlarını izlediyseniz siz de bana hak vereceksiniz diye düşünüyorum.

-----------------------------

Ben Utandım, Ya Siz?
Bizim için kelimenin tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlanan bir turnuva oldu. Bir tek Bulgaristan maçını, (onu da İbo'nun kırık parmakla soktuğu üç üçlük, Hidayet'in 8.5 metreden ve el üstünden attığı mucize atış, normalde çembere bakmayan Kerem Tunçeri 'nin uzatmada ikisi de el üstünden attığı 5 sayı ve yorulan Stoikov 'un saçmalamaya başlaması ile zar zor kazandık) kazanabildik. Fiyasko diyorum çünkü bugüne kadar hiç bir turnuvada bu kadar karaktersiz oyunlar ortaya koymamıştık.
Şöyle bir Almanya maçının son 7-8 dakikasını gözünüzün önüne getirin. Fark 8-10 sayı. Yani kapanmayacak bir fark yok. Hele bu kadar potansiyel varken maçı çevirmek olanaksız mı? Ya da ilk yarıdaki gibi savunma yapmak, biraz itişmek kakışmak. Yok! Çembere atılan ve girmeyen şutları bir yana bırakın, koşmak yok, biraz çabalamak yok. Suratlar düşmüş! Geçen yıl Dream Team'e karşı yırtınan, Efes World Cup'da kendini yerden yere atan takımın yerinde yeller esiyor. Sanki hedef turnuva onlarmış gibi. Tribündekiler, evlerinde tırnaklarını yiyerek maçı seyredenler sahadakilerden çok daha heyecanlı. Gireni çıkanı fark etmiyor, hangi oyuncu oynarsa oynasın o ''bezgin ruh'' halinin içinde buluyor kendini..Bilirsiniz; Oyuncular maç içerisinde birbirlerini motive etmek ''Hadi beyler'' deyip alkışlarlar. Siz hiç bu anlattıklarıma benzer bir şey gördünüz mü bu takımda?

Komşuya yol verseydik
Yani maçı kazanma potansiyeline sahipken, böylesine oyundan kopmuş, maç biran önce bitse de eve dönsek havasına kapılmış, sanki bir iki şut soksa ve maç uzatmaya gitse dünyası başına yıkılacak, üzerine ölü toprağı serilmiş çeyrek finali bu kadar istemeyen bir takım gördünüz mü? Sizi bilmem ama ben yenilgiden değil ama bu görüntüden utandım! Ah keşke şu kapasitesinin en üst sınırlarını zorlayan kazanmak için herşeyini ortaya koyan Bulgarlardan son saniyede ilk 16 biletini alıp çeyrek finali Yunanlılara karşı son saniyeye kadar zorlayan herkesden daha yorgun İsrail'den, eksik kadrosuyla İspanya'ya kök söktüren Letonya'dan ders alsaydık. Ya da ders almayı bırakalım madem bu kadar savaşmayacaktık, ''Komşu'' Bulgaristan'a yol verseydik. Gruptan çıksak ne olur çıkmasak ne olur ki, bir hedef uğrunda mücadele etmedikten sonra. Ama amaç devlet kademesine çıktığınızda göz boyamaksa o zaman başka.
3.Dünya ülkeleri bile artık karşınıza çıkınca başarının yolunun ''savaşmaktan'' geçtiğini keşfetmişken ve kolay pes etmezken, biz ilk günden kürsüye ''rezervasyon'' yaptırmış gibi oynuyoruz omzumuzdaki ''apoletleri'' sökmeyerek. Kazanmak kaybetmek de değil, hiç olmazsa oynayın, oynatın.

Ruh yok!
''Takım Ruhunu'' geçtim, takımda ''Ruh'' yok ki! Milli takım 2002 Dünya Şampiyonası'nda ve 2003 Avrupa Şampiyonası'nda da maçlar kaybetti, onlarda da başarısız oldu ancak gücü yettiğince mücadele etti. Hiç bir zaman 2005 Avrupa Şampiyonası'ndaki bu 4 maç kadar beyaz bayrak çektiğimizi, bu kadar kolay havlu attığımızı hatırlamıyorum. Kızgınlığım da isyanım da yenilgilere değil bu kadar ezilmişliği baştan kabul etmemize...İyi ki takım kadromuz iyiymiş...Bir de kötü olsa ne yapacaktık acaba...Bu kadro bile baştan yenilgiyi kabulleniyorsa Bulgaristan kadrosu biz de olsa sahaya da çıkmazdık sanırım. Herhalde 34.Avrupa şampiyonası bizler için kara bir leke olmuştur. Bir daha hatırlamak istemediğimiz şekilde.

Takım olamamak ne demek?
2003 Avrupa Şampiyonasının ''bizim'' için bittiği günlerdi. (A) Milli takım Türkiye'ye döndüğünde coach Aydın Örs bütün sorumluğu üzerine alıyor, Çetin Yılmaz 'ı da beraberinde istifaya götürüyordu. ''Birlikte geldik biz bir ekibiz''diyen Milli takım menajeri Doğan Hakyemez de bir anda ''ekip''den sıyrılarak kader arkadaşını burada ''terkedip'' Federasyon içerisinde takım menajerliğinden Milli takımlar Genel menajerliği'ne terfi ediyordu yan tarafta Örs dolaplarını boşaltırken..
O turnuva sonrasında itiraflar hep aynı noktada kilitleniyordu: ''Takım olamadık'' Evet takım olamadık ama takım olmak için ne gerekiyordu? Ya da takım olmak ne demekti? Yenir mi içilir miydi? Ya da nerede bulunurdu? Bunu biliyor muyduk? ''Takım'' olan bunu nasıl başarıyordu? Takım olamamak kavramı öyle yerleşti ki sanki birisi ortaya çıkıp elbise gibi bunu bize giydirecek biz de bir anda ''takım'' olacaktık. Herkes tutturmuş bir ''Takım olamadık''a gidiyordu. O günlerde de takmıştım ''O Takım olamamak'' lafına. Bugüne bakınca köprü altından çok sular akmasına karşın bir arpa boyu yol alamadığımızı görüyoruz. Üstelik o günden bu yana daha da kötü gitmişiz. 2001'de elde ettiğimizi Avrupa İkinciliği meğerse ilerleyen dönemde üzerimizde büyük bir baskı yaratıp uzun vadede zarar verecekmiş. Baksanıza; Şampiyonluk kupasını daha önce havaya kaldırmış, Avrupa'da defalarca başarı kazanmış coach Bogdan Tanjevic 'i bile ''Ben de ne olduğunu anlamadım'' diyecek kadar şaşırtmış ve kendimize benzetmişiz. Belki de Tanjevic de bunca yıl sorunlu- sorunsuz yetenekli-yeteneksiz, genç-yaşlı pek çok oyuncuyla çalıştım ama hiç bu kadar takım olmaktan uzak bir oyuncular topluluğu görmedim diye düşünüyordur. Daha önemlisi bundan sonra şu oyunculardan Tanjevic'in bir ''takım'' yaratabileceği konusunda da karamsarım.

Söz Savunmanın!
Şimdi karşılıklı suçlamalar yapılacak, federasyon Milli takım teknik kadrosuyla birlikte bir basın toplantısı düzenleyip sahada yapamadığımız savunmayı otelin konferans salonuna taşıyacak, bir süre geçtikten sonra da her şey unutulacak ve de en önemlisi her şey kaldığı yerden devam edecek. 2005 yazında bugün eleştirdiğimiz oyuncular yine ''Devler'' olarak karşımıza çıkacak. Aslanlar kaplanlar siz yaparsınız deyip yollayacağız bir yeni turnuvaya daha..Sanki bugünkünden farklı olacakmış gibi...

Neyin tedbiri?
2003'de kurban Aydın Örs ve yardımcısıydı, bu kez olacak mı? Sanmıyorum! Şimdi Hakyemez'in söylediğine göre tedbirler alınacakmış! Pöh! Maçları küçük hatalarla ya da eksikliklerden kaybetmedik ki, hiç oynamadığımız için kaybettik. Hem de hiç! Bedenen Sırbistan'da manen tatilde olduğumuz için ''sıfır'' çektik. Generaller takımı gibiyiz. Bu kadar ''General''in rütbelerini söküp siz ''askersiniz'' mi diyeceksini?. Neyin tedbiri, önlemi! Tozlu raflardan ''Takım olamamak'' dışında yeni bahaneler çıkarıp bunları ortaya sürmek lazım. Çünkü artık seyirci de yemiyor!

Pazar, Eylül 18, 2005

Rencide gitti, Okşan geldi!

Blog'umu yakından takip edenler bilirler, 30 Mayıs tarihli yazımda muhabbet kuşumuz Şansal'ın yanına eş olarak aldığımız Rencide'den bahsetmiştim. Yazının sonunda ise Şansal ve Rencidenin birbirlerine pek ısınamadıklarından, ve bu durum bir süre daha böyle devam ederse Rencide'nin yerini Okşan'ın alabileceğinden dem vurmuştum. O zamanki yazımda dediklerim gerçekleşti ve 1 ay daha zaman vermeme rağmen kafeste bir arkadaşlık ortamı oluşmadı ve ben de zorunlu olarak Şansala partner olarak başka bir muhabbet kuşu almaya karar verdim. Rencideyi almış olduğum Dinçer Pet Shop'ta "Okşan" olabilecek bir dişi kuş beğendim ve Rencide ile kendisini değiştirdim. Sonuç olarak 1 Ağustos itibari ile Şansal&Okşan çifti ile maceramız başlamış oldu.

Yukarıda da gördüğünüz gibi Okşan beyaz tüylere sahip minik bir dişi kuş. Rencide kadar ürkek değil. Şansala ilk günden itibaren çok ılımlı ve sıcak yaklaştı ve en sonunda kendisine aşık etmeyi(!) başardı. Şu an itibariyle araları çok iyi. Birbirlerinin kafalarını büyük bir şefkatle kaşıyorlar. Şansal Okşanı büyük bir titizlikle besliyor. Hatta taktığım yuvaya girip çıkmaya bile başladı Okşan. Rencide ile yaşadığımız tecrübeden sonra Şansal ve Okşanın arasının bu kadar iyi olması beni çok sevindiriyor. İnşallah ileride minik Şansalların ve minik Okşanların haberlerini de burada yayımlarım :)

Salı, Eylül 13, 2005

DataGrid İçeriğini Excel’e Aktarmak…

ASP.NET ile çalışıyorsanız mutlaka DataGrid kullanmışsınızdır. Üzerine bir kitap yazılabilecek kadar kompleks bir bileşen olan DataGrid en basit haliyle veritabanından aldığımız verileri bir tablo halinde sayfamızda kullanıcıya göstermemizi sağlıyor. Kullanıcının en çok istediği şeylerden biri de, bu tabloyu Excel’e aktarıp üzerinde çalışabilmek. Ben de kendi DataGrid’imi Excel’e aktarmak için küçük bir “googling” sonrası sorunumu çözen çok yararlı bir kod parçacığı ile karşılaştım. Buraya tıklayarak gideceğiniz CodeProject sayfasında bulunan kodu indirip projenize ekledikten sonra tek yapmanız gereken Excel’e aktarım butonunun aksiyonuna şu kod parçacığını girmek:

private void ExportLinkButton_Click(object sender, System.EventArgs e)
{
string strTitle = “Herhangi bir dosya adı”;
new DataGridExcelExporter(this.DataGridAdi , this.Page).Export(strTitle);
}

Bir de, indirip projenize eklediğiniz “DataGridTool.cs” dosyasının içinde bulunan CSS dosyasının adresini kendi projenizde kullandığınız CSS adresine yönlendirirseniz, oluşacak olan Excel dosyanın formatı da sizin istediğiniz formatta olacaktır.
Sonuç olarak size tavsiyem, tekerleği yeniden keşfetmeye çalışmaktansa hazırda olan bu bileşeni alıp kullanmak… Pişman olmayacaksınız :-)